Tatil için Akdeniz’deyiz… Birtakım aksilikler, üstüne de hastalanmam tatili yarıda kesmemize sebep oluyor. Bazen işler planladığınız gibi gitmiyor. Son yıllarımın daimi yol arkadaşı Çilem Yaşar’ın ailesinin yaşadığı Manisa Salihli’ye geçmeye karar veriyoruz. Uzun sürecek turumuzun arasında o ailesini görebilecek, ben de iyileşeceğim; sonra yola devam. Çilem’in köyü, Manisa’nın Salihli ilçesinin Emirhacılı Mahallesi… Sıcak bir yaz günü köye varıp arkadaşımın annesinin kurduğu sofrada buluyoruz kendimizi.
Salihli Artemis’i
Anadolu’da misafirlik…
Annesi de tam anne; traktör kullanan, köydeki kadınların ehliyet alabilmesi için önayak olmuş, bir zamanlar aktif olarak siyasetin içinde yer almış bir ‘hükümet kadın’. Ben hastalıktan ölüyorum. İki lokma yiyip kafamı koyduğum yerde uyuyorum ama Çilem beni gezdirmek için canla başla uğraşıyor. Çünkü Anadolu’da misafir olmak iyi ağırlanmayı gerektirir. Çilem’in babasına ait, camları kapanmayan, kapılarını kilitleme gereği bile duymadığımız otomobille Salihli’nin tozunu dumanına katıyoruz.
İlk durağımız Adala Kanyonu oluyor. Tam 12 bin yıl önce yanardağların patlaması sonucu oluştuğu düşünülüyor. Girişinde bir tesis var. Tarihteki adı Hermos ama günümüzde Adala Kanyonu olarak biliniyor. Tesisten çıkıp suyun kaynağına doğru yürümeye başlıyoruz. Amacım kanyonun formunu görebilmek. Bir hayli yürümemize rağmen şelaleye daha çok yol var. Hasta bedenim çok güçlü değil. Sonuna kadar gidemiyoruz. Son yıllarda özellikle yürüyüş grupları sıkça ziyaret ediyor ve kamp yapıyorlarmış. Benim bu kanyonu keşfetmem başka bahara kalıyor…
Kral Yolu’nun başı
Kanyona yetecek enerjim yok ama buradan çıkıp Salihli’ye 9 kilometre uzaklıktaki Sardes Antik Kenti’nde alıyoruz soluğu. Antik kent girişinde Müze Kart alabiliyorsunuz. Elle yazılan bir kart veriyorlar. Fotoğrafınızı basamıyorlar. Daha sonra başka bir antik kent girişinde fotoğrafınızı işletebiliyorsunuz.
Gezginimiz Bahar Gündoğdu Sardes Antik Kenti’nde.
Sardes, Lidya uygarlığının başkentiymiş. Tamamen Lidya uygarlığıyla direkt bağlantılı tek şehir olarak biliniyor. Günümüze kadar bu kadar sağlam gelebilmesi mucize gibi. Sardes Antik Kenti, tarihi Kral Yolu’nun başlangıcı kabul ediliyor. İnsan bu görkemli yapının içindeki tarihi alanda dolanırken bir zamanlar burada ilk paranın basılmasını, insanların yeni düzene geçtiklerinin ve dünyanın gidişatını bu kadar değiştirdiklerinin farkında olup olmadıklarını sorguluyor. ‘Para basılmasaydı nasıl olurdu acaba’ diye düşünüyor. Antik şehrin girişinde ilk basılan paraların replikalarını satan bir hediyelikçi var. Hatıra olarak satın alabilirsiniz. Sardes Antik Kenti’ne 5 kilometre uzaklıktaki Bintepe Tümülüsleri’ni ve 85 tane mezar bulunan Lidya Kraliyet Mezarlığı’nı da listenize eklemeyi unutmayın. Ben başka bir zamana bırakıyorum ve bir sonraki durağımız Salihli Artemis Tapınağı’na geçiyorum.
Efes’teki ünlü tapınakla karıştırılmaması için özellikle Salihli Artemis’i demekte fayda var. İçinde hamamlar ve spor kompleksleri mevcutmuş bir zamanlar. Helenistik dönemde inşasına başlanan tapınağın büyük ihtimalle eski bir Kibele kültü kutsal alanında olduğu düşünülüyor. Anadolu topraklarında nerede bir Kibele varsa ben onu bulurum zaten. Yine karşıma çıkmasına şaşırmıyorum. Görkemli sütunlarının arasında dolaşırken eski çağlara ışınlanıyoruz sanki.
Kaplıcalarda yer yok
Sıcak havada hasta hasta dolaşılan antik şehirler sonrası bir dere kenarına kurulu, yeşillikler içindeki Kurşunlu Kaplıcaları’nın bahçesinde oturmak ilaç gibi geliyor. Başka zaman olsa asla kaçırmayacağım sıcak su keyfini bir başka bahara bırakıyoruz. Malum bayram yoğunluğu, içerisi çok kalabalık…
Kurban Bayramı’nda her gece kurulan düğünde orkestra tutuluyor (yukarıda) ve köyün kadınları süslenip gerçek düğün gibi doyasıya oynuyor.
Köy evinin geniş avlusunda oturmuş sohbet ederken bir kadın, motoruyla avluya giriveriyor. Köy zaten Çağan Irmak’ın Ege kokan filmlerinden fırlamış gibi. Her bayram yaptıkları kısır düğün eğlencesi için para toplamaya gelmiş. 5-10 lira gibi küçük bağışlarla toplanan parayla müzisyen getirip, çerezler alıp köy meydanında düğün yapıyorlarmış. Köyün yaşça ileri iki kadını ‘sözde’ gelin-damat oluyormuş. Çok da popülermiş meğer. Akşam olup hava kararmaya başlayınca müzik sesleri gelmeye başlıyor meydandan. Gelin ve damat olan kadınlar düğün alanına, yanına sepet takılmış motorla geliyor. Çalgıcılar çalıyor, biz oynuyoruz. Aslında ortada ne gerçek bir gelin var ne de damat! Düğünleri pek sevmeyen ben, en son ne zaman bu kadar oynadığımı hatırlamıyorum.
Sonuç olarak biz planlar yaparken hayat da kendi planlarını yapıyor… Hazır bayram tatili yaklaşırken yolunuz Manisa taraflarından geçecekse Emirhacılı’ya uğrayın ve bayramın her günü kurulan; her gelene kapıların açık olduğu; gelinsiz, damatsız, davetiyesiz düğüne katılıp doyasıya eğlenin…