Kılıçdaroğlu: Her kuruşun hesabını veren insanları tercih edin

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara’nın Nallıhan ilçesinde düzenlenen “Kanaat Önderleri, Muhtarlar ve Sivil Toplum Kuruluşları Buluşması”na katıldı. Kılıçdaroğlu’na, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, CHP Genel Başkan Koordinatör Başdanışmanı ve İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, CHP Ankara İl Başkanı Ali Hikmet Akıllı eşlik etti.

Kılıçdaroğlu, muhtarlar için muhtarlarla birlikte hazırladıkları kanun teklifinin Meclis’te AK Parti ve MHP’li vekillerin oylarıyla reddedildiğini anımsatırken, Millet İttifakı olarak iktidara geldikleri takdirde bu kanunu çıkaracaklarını söyledi.

Kılıçdaroğlu, iktidar oldukları takdirde CHP olarak yapacaklarını anlattı. Türkiye’nin kavgadan, ayrışmadan uzaklaşması gerektiğine vurgu yapan Kılıçdaroğlu, “Biz Anadolu tasavvuf geleneğini, Anadolu’da beraberce yaşamayı; her kişiye, kimliğe, yaşam tarzına saygı duymayı biz onlardan öğrendik. Onlara çok şey borçluyuz. Kavgayı değil, onlar bize huzuru öğrettiler. Birbirimizi kınamayı değil, eğer bir ayıbımız varsa ayıbımızı nasıl örteceğimizi öğrettiler. Dinimizi, inancımızı öğrettiler, inançlara saygıyı öğrettiler.” dedi.

Kılıçdaroğlu, konuşmasında şunları kaydetti:

“Buraya gelmeden önce Tapduk Emre’nin makamına gittik, Fatiha’mızı okuduk. Tapduk Emre, hepiniz bilirsiniz, Anadolu aydınlanmasında önemli şahsiyetlerden birisidir. Yunus Emre’nin hocalığını yapmıştır, el vermiş erendir. Bu toprakların bereketi, huzuru; bu topraklarda hepimizin kardeşçe yaşamasının ve birlikte dertlerimizi, sevinçlerimizi paylaşmak için onların önderliğine her zaman ihtiyacımız olmuştur.

“Kavgayı değil, onlar bize huzuru öğrettiler”

Biz Anadolu tasavvuf geleneğini, Anadolu’da beraberce yaşamayı; her kişiye, kimliğe, yaşam tarzına saygı duymayı biz onlardan öğrendik. Onlara çok şey borçluyuz. Kavgayı değil, onlar bize huzuru öğrettiler. Birbirimizi kınamayı değil, eğer bir ayıbımız varsa ayıbımızı nasıl örteceğimizi öğrettiler. Dinimizi, inancımızı öğrettiler, inançlara saygıyı öğrettiler. Kadın erkek arasındaki ilişkinin, eşitliğin ne kadar değerli olduğunu söylediler. Bacıyan-ı Rum, dünyada ilk kez bir kadın örgütlenmesidir ve 13’üncü yüzyılda olmuştu. Biz kendi tarihimizi de çok iyi bilmek zorundayız. Geleceğimizi çok iyi inşa etmek istiyorsak.

“Biz bu topraklarda kamplaşmayı değil, kucaklaşmayı öğrenmeliyiz”

Kavga ettirmek istiyorlar bizi. Kavga etmeyeceğiz. Niye kavga edelim. İnsanların kimliği üzerinden niye siyaset yapalım. Kim anne babasını seçme özgürlüğüne sahip. Ama hepimiz annemiz, babamız ile gurur duyarız. Bir inançlar değeri içinde doğarız, aileden alırız kültürü. Sonra mahalleden, köyden, şehirden alırız. Okudukça, kültürümüz geliştikçe dünyayı öğreniriz. Bunları anlatmamım nedeni şu; huzurun ve barışın, beraber yaşamının, birlikte yaşamanın önemini bize anlatan büyüklerimizin sesine, yaşam tarzlarına kulak vermeliyiz. Ve biz bu topraklarda kamplaşmayı değil, kucaklaşmayı öğrenmeliyiz. Beraber olmalıyız.

Nasıl olacağız? Ee atalarımız bize söylemiş; ‘biri yer biri bakarsa kıyamet ondan kopar’ diyor değil mi? Demek ki herkesin karnının doyması lazım. Dünyanın en bereketli toprakları üzerindeyiz. Havamız, suyumuz, güneşimiz, çalışkan insanlarımız var. O zaman şu soruyu sormak zorundayız; neden biz dışarıdan mercimek alıyoruz, canlı hayvan, et, mısır, ayçiçeği, buğday, arpa alıyoruz? Toprak mı yok? Arazi olarak Konya’dan küçük olan devlet Hollanda, bizim 10 mislimiz tarım ürünü ihracatı yapıyor. Sorumlusu kim? En kritik soru bu. Sorumlusu siyaset kurumudur. Siz devleti yönetmiyorsunuz ki. Devleti yönetenler bunun cevabını vermek zorundalar. Ama devleti yönetenler bunun cevabını vermek yerine biz nasıl iç çatışmayı, kavgayı sağlarız, nasıl kutuplaşmayı yaratırız, nasıl toplumu ayrıştırırız bunun hesabı içindeler. Bu hesaptan hepimizin çıkması lazım. Yetmedi mi? Kavga yetmedi mi?

“Oturup konuşmamız lazım”

Muhtar arkadaşlarım, kanaat önderi arkadaşlarım burada. Neden kanaat önderi ve muhtarlar ile özel bir toplantı yapıyoruz? Gelirdik, burada miting yapardık, çekerdik giderdik Ankara’ya sonra. Herkes alkışlardı, sloganlar atılırdı, herkes huzur içinde evine gitti, tamam. Olmaz ki. Oturup konuşmamız lazım. Sorun sadece benim değil, hepimizin sorunu. Sorumluluk da sadece bana ait değil, hepimizin sorumluluğu var. Benim sorumluluğum daha ağır, doğrudur.

Tarımla uğraşıyor, kırsal bir bölge burası. 2006 yılında Meclis’ten bir kanun çıktı. Dendi ki ‘Tarım Kanunu’nun 21’inci maddesi, her yıl çiftçilere milli gelirin en az yüzde bir oranında destek verilir.’ Vermediler bu parayı. Kim itiraz etti. Benim hakkım bu, kanun bana bu hakkı vermiş. TBMM kanun çıkarmış, bu hakkın bana verilmesi lazım. Kimse istemedi. Ziraat odalarının istemesi, dava açması lazım. Ben de bağırıyorum, çiftçiye hakkını teslim edin diye. Teslim etmiyorlar. Teslim etmeye gerek yok, zaten onların oyu çantada keklik diyorlar. Nasıl olsa bize oy verecekler. Nasıl olsa bize oy verecekler anlayışını yerle yeksan etmeniz lazım. Demokrasinin kuralı budur. Yasayı uygulamıyor, benim hakkımı teslim etmiyorsan, kusura bakma ben de sana oy vermem. Demokrasi budur zaten. Ama sırtıma bin, ağzımdaki lokmayı al, ben yine sana vereceğim oy. O zaman sömürü mekanizması çalışır. Bütün bunları düşünmemiz lazım.

“Üretenin, fakirin, fukaranın yanında olan devlet”

Sosyal devlet dediğiniz kurum, üreticiyi korur. Yani üreticiye der ki, yani bizim düşündüğümüzü ifade edeyim, ‘kardeşim, ben çiftçinin traktörüne kırmızı mazot vereceğim. Kırmızı mazotu, ÖTV’siz, KDV’siz olacak, daha ucuz olacak, daha rahat üretecek, daha ucuza mal edecek, vatandaş da daha ucuza ekmek, sebze… Bunları yiyecek.’ Sosyal devlet budur. Sosyal devlet, üretenin, fakirin, fukaranın yanında olan devlet demektir. Sosyal devlet, herkesin doğumundan ölümüne kadar yaşamını güvence altına alan devlet demektir.

“Üreticiler, 1 milyar 700 milyon tl ek gelir elde etti”

Size her yıl milli gelirin en az yüzde 1 oranında destek verilmesi lazım. Bu destek verilmezse olmaz. Diyeceksiniz ki sadece Türkiye’de mi bunlar isteniyor. Hayır efendim, dünyanın bütün ülkelerinde tarım, stratejik sektördür. 85 milyon kişinin karnını doyuracak bu ülkenin çiftçileri, üreticileri. Dışarıdan alıyorsak bu eksiğimiz, yanlışımız var demektir. Mansur Başkan, Ankara’ya çok ama çok önemli yardımlar yapıyor. Fidesinden tutun, tohumuna kadar, ilacından tutun, hayvanın aşısına kadar. Bizim diğer belediyelerimiz de yapıyorlar. Ama normalde bunları yapması gereken Tarım Bakanlığı. Yapması lazım, ama yapamıyor, yapmıyor. Büyükşehir Belediye Başkanımız, size yaptığı bu süreç içerisinde iki misline çıkaracak. Söz verdi bana Başkan. İki misline çıkması, sizin daha iyi üretmeniz demektir. Daha fazla kazanmanız demektir. Büyükşehir Belediye Başkanımız Mansur Bey’in yaptığı yardımlar dolayısıyla Ankara’daki üreticiler, 1 milyar 700 milyon TL ek gelir elde ettiler. Bu köyde rahat yaşayacağım demektir. Şehre gerekirse gezmeye, eğlenmeye gideceğim demektir. Çocuğumu daha iyi şartlarda okutacağım demektir.

Çiftçi toprağa küserse 85 milyon açız. O nedenle tarım stratejik sektördür. O nedenle dünyanın bütün ülkeleri tarıma destek verirler. Şimdi siz bunları bir tarafa atarsanız yazıktır, günahtır bu memlekete. Evlatlarımız var. Atalarımız bize böyle öğretmedi. İmeceyi, dayanışma kültürünü öğrettiler bize.

“Çiftçilere elektriği bedava vereceğiz”

Küçük bir belediyede başlattık. Göreceksiniz, orada çiftçilere elektriği bedava vereceğiz. Kooperatif yaptırıyor çiftçiler, ziraat odaları da bunun ortağı olacak. Bir süre sonra faaliyete geçince ihtiyacı olan elektriği bedava kullanacak. Zaten mal kendisinin. Ve devletin cebinden beş kuruş para çıkmadan yapacağız biz bunu. Çünkü bütün uluslararası fonlar yeşil enerjiye evet diyorlar. Mazotu, kömürü istemiyorlar; güneş enerjisi ile çevre temiz olsun diyorlar. Ee biz de çevre diyoruz, temiz olsun, güzel olsun. Güzel, temiz hava olsun. Bunu istiyoruz. Yapacağız. Bu konuda çalışacağız.

Tarımda bizim planlamamız yok. Bakıyoruz bu sene soğan çok iyi, hep beraber soğan ekiyoruz, bir sene sonra hep beraber iflas ediyoruz. Halbuki havza bazlı planlama yapılsa… Kardeşim sizler buğday ekeceksiniz, sizler soğan ekeceksiniz, Niğde, Aksaray sizler patates ekeceksiniz… Planlama yapılır, herkesin geliri bellidir, herkesin asgari gelir güvencesi vardır. Hiçbir çiftçi zarar etmeyecek. Dolasıyla kaynağı en verimli şekilde kullanmış olacaksınız.

Bayrağımız ile gurur duyuyoruz değil mi. Bayrağı temsil eden bu ülkenin onurudur, itibarıdır. Rüşvet alan birisini büyükelçi tayin ettiğinizde arabasında Türk bayrağı kullanacak. Bu benim ağırıma gidiyor, sizin gitmiyor mu? Sitemse birlikte, sitem edeceğiz. Şikayetse birlikte şikâyet edeceğiz.

İlla malı götürüne, kul hakkı yiyene mi oy vereceğiz. Bir de doğru dürüst, sizden toplanan her kuruşun hesabını size veren insanları tercih edin bir de. Bu insanlar gelsinler devleti yönetsinler bir de. Kuruşun hesabını soralım bakalım, bu paralar nereye gidiyor.

“Soya soya, yiye yiye bitiremediler”

Türkiye, zengin bir ülke. Soya soya, yiye yiye bitiremediler. Zengin bir ülke. İmkanları olan bir ülke. Paralar nereye kullanılıyor? Sorun burada. Para nereye gidiyor? Siz köprü yapıyorsunuz, başımın üstüne, hiçbir sorunumuz yok, ama ben dünyanın en basit sorusunu soruyorum, köprüyü kaça yaptın? Hastaneyi, yolu kaça yaptın? Bu vatandaş olarak benim görevim, çünkü vergisini ben veriyorum. Kamu-özel iş birliği… Yap, güzel. Müteahhit ne yapar, ihaleye girersiniz, kar da edebilirsiniz, zarar da edebilirsiniz. Ama bunlara diyelim ki 10 milyar dolarlık iş veriyorlar, 10 milyar dolara Hazine garanti oluyor, 10 milyar doların üzerine de diyelim ki 30 milyar dolar da gelir garantisi veriyorlar. Yani asla iflas etmeyecek. Yüzde 100, yüzde 200 garanti veriyorlar. Dolar, avro garantisi veriyorlar.

Bu da yetmiyor, eğer parayı dolar olarak aldıysan Amerika’daki enflasyonu da ben vereceğim. Eğer parayı avro olarak aldıysan Avrupa’daki enflasyonu da ben sana vereceğim diyor. Kaçınızın haberi var bundan? Çoğunuzun yoktur. Bunu bütçe görüşmelerinde söyledim, Anlattım, kızdılar, bağırdılar, niye konuştun diye. Ben konuşacağım, anlatacağım. O verdiğiniz garantileri… Kimin parasını garanti ediyorsun. Fakirin, fukaranın parasını götürüp de beşli çeteye mi tahsis edeceksin. Beşli çetelere verecekler, beşli çeteler doyacak. Bay Kemal onu seyredecek. Asla seyretmeyeceğim, onların burnundan fitil fitil getireceğim. Hiç kimse endişe etmesin.

Buradan alacaksın vakıf kuracaksın. Amerika’da da vakıf kuracaksın. Burada oğlun, orada kızın olacak. Buradan milyon dolarları oraya götüreceksin. Bay Kemal de bunu seyredecek. Hayır efendim, son kuruşuna kadar getireceğim ve bunu millete vereceğim. Kararlıyım. Getireceğiz. Para yok, niye yok. Beş kişiye dünyanın parasını veriyorsun ya. Faize karşıyız diyorlar, hangi faiz. Allah aşkına, kur korumalı mevduat yaptılar. Paran varsa gidip koyuyorsun; bir faizin var, iki dolar garantin var, üç vergi almayacağım diyor, dört bir de sana ucuz kredi vereceğim diyor. Ya nereye geldik ya. Buyurun üreticisiniz, tarlada çalışıyorsunuz, hadi gidin bakalım bankadan bir kredi çekin, faiz nedir diye. Yüzde 13 ile veren bir tane banka söyleyin bana. Merkez Bankası yüzde 13 ile bankalara veriyor; bankalar yüzde 30, 35 ile esnafa, tüccara, sanayiciye veriyor.

Sandığa gittiğinizde elinizi vicdanınıza koyup, oyunuzu öyle kullanın. Tek onu istiyorum sizden. Vicdani kanaate göre oy kullanmak çok önemlidir. Bizim Anayasa’mız der ki ‘Hâkim, hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre karar verir.’ Vicdani kanaat bazı bilim insanlar der ki ‘Allah’ın yüreğimizdeki sesi.’ Tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumak, birilerine olağanüstü avantajlar sağlamak ve bütün bu avantajlar sağlanırken sizlerin alın terinizin değerini verilmemesini sorgulamak sizin hakkınızdır. O nedenle vicdani kanaat çok önemlidir.” (ANKA)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir